Batı’nın davranış değişikliği ve Türk ekonomisine potansiyel faydaları
Avrupa doksanlardan beri dünya siyasetinin eksenini liberalizm, bireycilik ve küreselleşme yönünde kaydırırken, şimdi ise uzun zamandır fonladığı ve inandığı bu kavramlara karşı sosyal devlete dönüş ve özellikle bölgeselleşmeyi bir meta olarak önümüze koyuyor.
Bu eğilimin oluşmasının en önemli sebebi, AB’nin sermaye gücü doğrultusunda finans ekonomisine geçiş ve AB-dışı ülkelerdeki ucuz işçiliğin kullanımından doğan refahın artık sürdürülemez olduğunun ve hem ekonomik zayıflama hem de sosyokültürel gerileme tehlikesinin farkına varması oldu.
Şu anda yaşanan tedarik zincirindeki suni kopmalar, gemilerin batması, su yollarının kapanması/kapatılması, dolaylı/direkt arttırılan gümrük vergileri, vergi dilimlerindeki düzenlemeler, ithalat yasaklamaları gibi birçok hamle aslında Avrupa ve ABD’nin “biz ürettiririz, nasıl olsa şirketler bizim” yanılgısından dönmesi sonucu kaynaklanıyor.
Bu davranış değişikliği, bizlere ders olması açısından önemli, çünkü yıllardır hepimize pazarlanan “özgür dünya” ve “ülkelerin sınırlarını kaldırıyoruz” güzellemelerinin sadece kendi refahlarına hizmet ettiği sürece gerçek olduğunu bir kez daha görmüş oluyoruz.
Çin otomobilleri buna güzel bir örnek, Çinliler köleyken her şey güzeldi, insanından, toprağından, hammaddesinden faydalanıyor, şirketlerinizi oraya taşıyordunuz. Şimdi Çinli otomobil üreticilerine devletler seviyesinde engeller koyuyorsunuz. Demek ki, dünya ölçeğinde küreselcilik ve serbestlik büyük kardeşe hizmet ettiği sürece varlığını sürdürebiliyormuş. Nitekim ülkemiz için kendi içimizde özgürlükçü olmanın ve özel teşebbüsün desteklenmesinin küresel politikalardan bağımsız olarak her daim elzem olduğunu not düşmekte fayda var.
AB’nin ekonomik ve sosyal ekseni bu yöne kayarken, daha doğrusu git gide beğenmediği ve aşağı gördüğü Rusya ve doğu toplumlarına benzerken, bu durum Türkiye olarak bize önemli fırsatlar doğurdu. En büyük ihracat kaynağımız AB’nin bu yönelimi eninde sonunda eskiye dönmek zorunda dolayısı ile ayağımıza gelen fırsatları değerlendirecek adımları hızla atmamız gerekiyor.
Bana göre “Bölgeselleşme” bu fırsatların en önemlisi. Bölgeselleşme, ülkeler için ekonomik entegrasyon ve iş birliği anlamına gelir. Ülkeler birbirleri ile ticaret, yatırım, politika gibi alanlarda ilişkilerini derinleştirerek hedef bölgenin güçlenmesini amaçlarlar.
Bölgeselleşmenin farklı başlıkları vardır, ekonomik, politik, kültürel bölgeselleşme bunlardan bazılarıdır, ancak Avrupa özelinde bizi ilgilendiren kısmı sadece ekonomiktir nitekim bizi diğer alanlarda hiçbir zaman kendilerine eş görmezler. Biz kabul etmesek bile Avrupalı bizim şark toplumu olduğumuzu bilmektedir. Bu durumda, bizi ilgilendiren kısım ekonomik bölgeselleşmedir ve Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması (NAFTA) buna iyi bir örnek olarak gösterilebilir.
Ekonomik bölgeselleşmenin ülke olarak bize sağlayacağı fayda ise klasik tanımının dışında kalıyor, çünkü bölgeselleşme yerel birliklerin kurulması ve birlik üyeleri arasında ticareti düzenleyici antlaşmalar üzerinden sistemize edilir. Ancak günümüz siyasi konjonktüründe AB’nin doğrudan bizimle hareket etmesi pek olası değil. Yine de küreselleşmenin doğu toplumlarına, Batı’nın hesap ettiğinden çok daha fazla fayda sağlaması sonucunda bize olan ihtiyaçları doğdu ve kılıfına bir şekilde uydurup, ülkemize yatırım yapacaklar. Balkan ülkelerini kullanmayı özellikle sanayi yatırımları ile deniyorlar ancak istenilen geri dönüşlerin alınamadığı ortada.
Peki biz, Avrupa’daki bu yönelimden nasıl faydalanabilir ve sermayesini ülkemize çekebiliriz?
- Enflasyonun düşürülmesi
Enflasyondan kurtulmak, kısa sürede başarmamızın imkansıza yakın olduğu, bana göre milletimizin çözmesi gereken en büyük problemdir. Sabit kalmasını sağlayabilmek bile ülkemiz adına büyük bir faydadır. Çözüm için uygulanan/uygulanmayan bazı yöntemler:
- Borçlanmayı azaltmak, tasarrufa olan yönelimi arttırmak kısaca faiz artışı.
- Bütçe açığını düşürmek için kamu harcamalarının kısılması, vergi toplama kabiliyetinin arttırılması.
- Sabit iş gücü ile arz artışını sağlamak, kısaca üretim verimliliğini arttırmak.
- Döviz kuru hareketlerinin sertlik seviyelerinin azaltılması.
- Halkın enflasyonun düşürüleceğine inandırılması ve bu inanca göre ekonomik davranışlarını belirlemesinin teşvik edilmesi.
- Gümrük Birliği’ne bağlılık
Geçmiş verilere baktığımızda Gümrük Birliği’nin ülkemize pek bir şey kattığı söylenemez ancak Doğu-Batı arasındaki ekonomik çekişme böyle devam ederse GB’nin ülkemize kaçınılmaz faydaları olacak Mercedes, Renault, Bosch, FIAT gibi ülkemizde imalat yaparak GB’den kaynaklı avantaj sağlayan şirketlere yenileri eklenebilir, mesela Manisa’da Volkswagen fabrikasının kurulması planı siyasi engellere takılmasaydı, bu duruma bir örnek olabilirdi. Kabul etmeliyiz ki, bu tarz dev firmalar istihdam ve teknoloji – iş kültürü transferi açısından çok faydalı oluyorlar. Bu tip yatırımların üstüne biz de kendi katma değerli ürün imalatımızı arttırabilirsek, Gümrük Birliği tuzağını kendi lehimize çevirebiliriz. Tabi ki dirayetli ve efektif siyaset izlenmesi bu noktada elzem gözüküyor.
- Gerçek Serbest Döviz Kuru
Görünürde sabit kur rejiminde olmamamıza rağmen, dövize bu kadar fazla müdahale edilen bir ülkede serbest kurdan bahsedilemez, daima müdahaleli dalgalı kur rejimi denilebilir. Serbest döviz, ekonomik esnekliği ve özellikle rekabeti arttırır. Yüksek rekabet, yüksek ihracat demektir. Türkiye bu durumu cumhuriyetin kuruluşundan beri tecrübe etmiştir. Ek olarak piyasa, ekonomideki değişimlere hızlı ayak uydurur ve şu anda olduğunun aksine şirket bilançoları net ve öngörülebilir olur. En önemlisi iyisi ve kötüsüyle, piyasaya şeffaflık getirir ki yabancı yatırımcının asıl aradığı budur.
Acı gerçek olarak ise serbest dolar kuru, ülkedeki sermaye gruplarını korumak anlamına gelir ki bu durum aslında modern devletin varoluş sebebidir. Bununla beraber, günümüzde halkının refah seviyesi en yüksek olan ülkelere baktığımızda kapitalist sınıfların çıkarlarını en çok korumuş ve hala koruyan ülkeler olduğunu da görüyoruz.
- Adalet olan güvenin artışı
Adalet sistemimizde renovasyon yapılması ve aynı zamanda gayrimeşru aktivitelere müsamaha gösterilmediğinin kanıtlanması, bu düzenlemeler sonucu Türkiye’nin çehresinin değiştiğinin tanıtımının dünya kamuoyunda sergilenmesi Türk ekonomisine olan inancı arttırmak açısından çok önemli.
- Türkiye ucuz hammadde temin etme ve yaratma yeteneğini arttırmalı
Dünya ticaretinin temeli, aynı kalitedeki malı en ucuza kim üretiyor sorusu üzerine oturmuş durumda. Sizin diğer pozitif çıktılarınız hep ikinci planda kalıyor. Dolayısı ile üreticiye ucuz hammadde girdisini sağlamak, devletimizin öncelikli hedefleri arasında olmalı ki ihracatı arttırma yönündeki fırsatları değerlendirme şansımız olsun. Örneğin, standart imalat çeliği Çin’de bizim (imalatçılar olarak) ülkemizde aldığımız fiyattan %30 ucuz olmasın.
Peki bunu nasıl sağlarız?
- Yerel kaynakların değerlendirilmesi
- Dış kaynaklarla ilişkilerin geliştirilmesi (Afrika)
- Enerji verimliliği artışı ve ucuzlaştırma (Alternatif enerji kaynaklarına yapılan yatırımlar, GES gibi)
- Hammadde lojistiğinde geliştirmeler (Türkiye’nin Enerji-Hub’ı olma hedefi)
- Akıllı yatırımlar (Kauçuk parça üretiminin lider ülkelerinden olan Türkiye’de Petkim gibi bir şirket ‘karbon siyahı’ imalatı yapmıyor, çok enteresan değil mi?)
- Emperyalist çözümler (Suriye’deki demir/çelik hurda dönüşüm fabrikası, Ukrayna’da savaş sonrası hurda temini, Sovyetler ’in dağılması sonrası Kafkasya’yı elde çanta belde tabanca gezen ‘şirket yetkililerini’ araştırın mesela.)
- Sığınmacıların Optimize Edilmesi
Optimize kelimesini kullanıyorum çünkü gerçek bize şunu gösteriyor, sığınmacıları kısa vadede ülkelerine gönderebilme kabiliyetine sahip değiliz. Hayal görmenin lüzumu olmadığından kendilerinden insan hakları dahilinde en yüksek faydayı sağlamak üzere stratejiler belirlemeliyiz. Burada alınacak en büyük önlem, sığınmacıların geleceğin iş vereni olma yollarının kapalı tutulmasıdır. Aynı zamanda Avrupa’ dan yatırımı çekmek için de sığınmacıların hamiliği rolünü üstlenmek, bir koz olarak kullanılabilirse siyasi açıdan etkilidir. Ayrıca son zamanlarda sıkça dile getirilen, gıda enflasyonu ile sığınmacıların varlığını özdeşleştirmek gerçekçi bir bakış açısı değildir. Optimizasyon evresinin ilk adımını ise kayıt dışı sığınmacılığın tespit ve bertaraf edilmesi oluşturmalıdır.
Sonuç olarak, Batı’nın liberalizm, bireycilik ve küreselleşme gibi değerlerden bir süreliğine de olsa uzaklaşarak sosyal devlet davranışında artış ve bölgeselleşme yönelimi göstermesinin, Türkiye için sunduğu fırsatları değerlendirmeliyiz. AB ekonomide zayıflama ve sosyokültürel gerileme tehlikesi altında iken, Dünya tedarik zincirindeki kopmalar ve gümrük vergilerindeki artışlar gibi faktörlerle boğuşurken, Türkiye’nin ekonomik stratejilerini gözden geçirip ortaya çıkan fırsatları değerlendirmesi gerekiyor.